Bugün artık sadece alışveriş yapan, poşetine gireni sorgulamayan tüketiciler değil; anlayan, merak eden, sorumluluk üstlenen bireyler olma zamanı. Çünkü bir elmanın, bir domatesin ya da fırından alınan bir ekmeğin hikayesi, yalnızca sofrada bitmiyor; toprakta başlıyor, çiftçinin emeğiyle büyüyor ve doğayla birlikte şekilleniyor.
Biz bu hikayenin sadece seyircisi değil, parçası olmalıyız. Çünkü gıda; yalnızca karnımızı doyurduğumuz bir meta değil, adalet, ekoloji, ekonomi ve etik kavramlarının tam ortasında duran bir sistemin kalbidir.
Tabağımızdaki her ürün bir soruyu hak ediyor
Bir gıda vatandaşı, sadece fiyat etiketine bakmaz; sorular sorar:
– Bu domates nerede, nasıl yetişti?
– Çiftçi emeğinin karşılığını aldı mı?
– Toprak, su, doğa korunabildi mi?
– Bu ürün yerli mi, ithal mi?
– Sofrada artarsa çöpe mi gidecek, yoksa değerlendirilecek mi?
Bu sorular basit görünse de, soframıza gelen her lokmanın ardındaki büyük resmi görmemizi sağlar.
Seyirci mi olacağız, sorumlu mu?
Alışkanlıklarımız bizi pasif tüketicilere dönüştürdü. Paketli ürünleri etiketine bakmadan alıyor, üreticisini tanımıyor, ucuz gördüğümüz her şeyi sepete atıyoruz.
Oysa ucuz gıdanın bedeli, çoğu zaman üretenin yoksulluğudur.
Binlerce kilometreden gelen tropikal meyveler, sadece lezzet değil; dev bir karbon ayak izi taşır.
Çöpe attığımız bir dilim ekmek; kaybolan su, enerji ve emeğin de kaybıdır.
Bir tüketici bu zinciri sadece kullanır; bir gıda vatandaşı ise bu zinciri anlar, sorgular ve dönüştürür.
Gıda vatandaşlığı ne kazandırır?
– Sorumluluk: Yalnızca satın alan değil, sistemin bilinçli bir parçası olmak.
– Bilgi: Üretimden sofraya kadar olan yolculuğu öğrenmek.
– Destek: Küçük üreticiyi, kadın çiftçileri ve kooperatifleri tercih etmek.
– Duyarlılık: Mevsiminde, ihtiyarı kadar ve israf etmeden tüketmek.
– Hakkaniyet: Gıdayı sadece bir ayrıcalık değil, herkesin hakkı olarak görmek.
Neden böyle bir değişime ihtiyacımız var?
Çünkü dünya artık:
– Gıda krizlerini kanıksamaya,
– Küçük çiftçileri sistemin dışına itmeye,
– Kırsalın boşalmasına, gençlerin toprağa küsmesine,
– İsrafın normalleşmesine başladı.
Bu gidişatı durduracak olan daha çok üretmek değil, daha bilinçli tüketmek ve aktif vatandaşlık.
Türkiye’de neden hayati?
Türkiye güçlü bir tarım ülkesidir; ama bu potansiyel sadece çiftçilerle değil, hepimizin katkısıyla büyüyebilir.
Ne yapabiliriz?
– Mahalle pazarına gitmek,
– Kooperatif ürünlerini tercih etmek,
– Çocuklarımıza gıda okuryazarlığını öğretmek,
– Artan yemeği paylaşmak,
– Yerli tohumu ve doğa dostu üretimi desteklemek.
Bunlar tek tek küçük adımlar gibi görünür; ama birlikte kocaman bir değişimin yolunu açar.
Sofrada biten değil, sofrada başlayan bir yolculuk
Unutmayalım: Gıda yalnızca karnımızı değil, vicdanımızı ve zihnimizi de doyurmalıdır.
Sofra; adaletin, emeğin, doğanın ve dayanışmanın aynasıdır.
Çatalı eline alan herkesin bu sistemde bir sorumluluğu vardır.
Artık sadece tüketmeyelim.
Anlayalım, sorgulayalım, koruyalım, paylaşalım.
Çünkü biz sadece “ne yersek oyuz” değiliz; neyi savunursak oyuz.